31 Ekim 2010 Pazar

KİMLİK KARDEŞLİĞİ...



islam doğmak başka bir şey islam olmak başka bir şey. bunu en iyi eşcinsel olmak durumunda kalanlar, "artık anlıyorum ki ben eşcinselmişim" diyebilenler bilir.
eşcinsel doğup tüm çevresi onu destekleyenler başkadır. bin savaş atlatıp yaralar içinde kendini kabul edip yıkılacak kadar yorgunluğa rağmen ayakta durmak bambaşkadır. bunu da ancak islam olmak endişesi taşıyanlar anlayabilir.

her asır bir başka sınavın ateşinden geçmiş. yaşadığımız dönem ise kendine özgü başka bir atmosferi bize sunuyor. güzellikleri ve tehlikeleri ile hiç başka çağlara benzemeyen bambaşka bir atmosferi soluyoruz. medeniyet nimetleri tümüyle önümüzde açılıp ayaklarımız altına serilirken, hiç başka çağlarda görülmemiş vahşetlerin tehlikeleri de ardımızda beliriyor.

kitlesel ve toplumsal hareketler eriyip ufalanırken, birey daha öne çıkıyor. kişilik özellikleri kıymetleniyor. insan kendini tanıyor ve sorguluyor. dünya mirası onunla değerini buluyor. insanlığın muhasebesini tartacak bir bireysel bilgi zenginliği her arzu edenin eline geçiyor. genel kurallar ve kanunlar kayboluyor, özgürlükler ve sorumlulukar keskinleşiyor. kendi hürriyetinden daha müsamahasız ve konuşmayı ve iletişimi güç kabul eden bir çağın rüzgarı esiyor.

insanların karşısındakini tanımak için kullandığı kimlikler çeşitleniyor, sivriliyor, uzmanlaşıyor. ait olmak olmamak bir tarafa artık bilmemek bile çok büyük bir çağdışılık muamelesi görüyor. bu kadar değişime rağmen değişmeyen şey ise insanın kendisi... zaafları ile acizliği ile ihtiyaçları ile öylece bu asrın kapısında duruyor. içerideki renkler onu cezbederken tehlikelerin pek azını sezebiliyor. korunmaya çalışırken, kendisinin de bir canavara dönüşebileceğini unutuyor. kendi kıymetlerini, maddi manevi birikimin oluştururken nimetlerden yararlanırken en vahşi çağların insanları gibi olabiliyor.

en son gelen kuşakların bu ağır imtihanları onların hakkında bir vicdansızlık değil. çünkü yetenekleri bunu kaldırabilecek şekilde donanımlılar ve hassaslar... tüm insanlığa neticesi tarafından bakabilmek tartabilmek, elbette büyük getirileri ile beraber riskleri de taşıyor. hemen her kimlik için aynı zor adımlar atılıyor. bacaklarının varlığını hisseden bebeğin yürüme iştahı ve gayretleri, onu ayağa kaldırmaya yetebiliyor. uğraşı ve emek ağrı ve kramplara karışıyor. başarı adımları geldikçe adımlar hızlanıyor. insan koşuyor. gariptir cani de hırsız da koşuyor, doktor da polis de koşuyor. koşmak var, koşmak var... hayra koşmak ve iyiliğe koşmak, ayaktan beklenen fiildir. kötü örnek, örnek sayılmaz. o sebeple insanlığı yürümeye teşvik her zaman esastır. onlarca engele rağmen insan yürür. yürümelidir. yürüyebilmelidir. asıl yürümek ise adımları o ayağı veren namına kullanıp bu değerli cihazın hakkını verebilmek ve şükredebilmektir. kimi hakkını veremeyenler ahirette ebedi ayaksız olarak kalır, kimi bu dünyada yürüyemeyenler sarsılmaz itimatları ile ebedi ayaklara kavuşurlar. mantık bunu gerektirdiği gibi, dünyanın ve ebdiyetin kanunu koyan da böyle ilan etmiştir.

işte primitif ve basit örnekte ve yürümek bahsinde bir çizgiye geliveren insan daha zor sorularda çuvallamaya hazır bir öğrenci haline gelir. temel hayat bilgilerinde ayrışmaya başlar, hayat algısı farklılaşır. sıralamalar değişir. gelenekler ve bilim, atadan gelen islam anlayışı ile islam olmak derdi, kabuller ve analizler, korkular ve cesaret tüm karaktere yön verir. bazıları peşpeşe eklenen küçük böcekler gibi öndekine eklenip daha rahat edeceğini düşünür. bu bakış bu çağın sınavında işe yaramayacak bir kopya çekme şeklidir. kalabalık çağımızın içinde kendi yalnız kalabilen, kendi içindeki kalabalığı keşfedip, kendisi ile yüzleşen, acizliğini ve fakirliğini idrak edenler için ise büyük bir fırsat kapısı önlerinde açılır. bu sınavın sebebini ve sınavda yapmaları gerekeni sorabilenler, kendi kolaycılıklarından vazgeçerler. sığındıkları bir makamın kudreti ve zenginliği onlara kefil olur. onunla irtibat kurabilenler huzur hali ile bu bağın devamını dilerler. bu bağın gereği olan tek değer yalnızca kıymeti bu bağa vermektir. onun dışında hiç bir güvenceleri kalmaz. gariptir ki, güvencesi olanların ötesine geçerler. güvence olarak dünyaya sarılanın ümitleri yoka koşan bir dünyada kalır. başta hiç hoş gelmeyen lakin iritbat kurdukça imanın kıymetini anlayanların ümitleri, ebede onlarla beraber gider.

bu ince sırları dışarıdan bakanların deli diyeceği bir defineci gibi dağ başlarında ve mağralarda arayanlar tarihte yaşamışlar. günümüzde ise her çağdakinden çokturlar. çünkü yüksek idrak insanı ortak akla sevkeder. bu ortak akıl ise geçmişi ve geleceği aydınlatır hatta uzakta kabirden ötesini de gösterir...

bunca telaşeler arasında madem ki senin kimliğin bu o zaman sen bu idrakten yararlanamazsın demek hiç kimsenin haddi değildir ve olmamış. zaten soruları zor bir sınavda herkes birbirine bakarken sınıf arkadaşına dışarı çıkması gerektiğini çünkü layık olmadığını söyleyen talebe edebi aşmış olur.

islamla imtihan olmak, islama muhatab olmak, ebede muhatab olmaktır. islamın muhatabı ehl-i sünneti alevisi vahabisi ile, erkeği kadını eşcinseli travestisi ve transseksüeli ile, beyazı zencisi, hintlisi ve çingenesi ile, teisti deisti ateisti ve agnostiği ile tüm insanlıktır. çünkü sınav birdir. sınava giren insanlık birdir. sınava girilen yer birdir ve sınava girilen zaman birdir. bu bilinci yaygınlaştırmak bir araya gelmek ve konuşmak paylaşmakla olur. ne olursa olsun irtibatı kesmemek ve küsmemek ile olur. bu çağın kuralına uymakla olur.

evet çok acayip şeyler "o" insanlardan görüyoruz. çok garip şeyler "öteki" hakkında duyuyoruz. hatta "diğeri"nin yaptıklarına tahammül edemiyoruz. hele "başkası" sanki bu asırda yaşamıyorcasına inatla kendi geleneğini getirip bize dayıyor. işte tüm bu öteki diğeri ve başkasının bizce abesliğine rağmen konuşmak ve dostluk yapmak irtibat kumak zorundayız. illaki ondan alacağımız bir şey olacaktır. her yeni bakış açısı bizi önyargılarımızdan kurtarırken, köşelerimizi biraz daha yumuşatırken, hayata tahammülümüzü ve sınava karşı tavrımızı güzelleştirecektir. çağı çözüp, dinamiklerinden yararlanıp yükselenler hem islama hem ebediyete muhatab olabilirler.
http://gayislam.blogspot.com/2010/10/kimlik-kardesligi.html

24 Ekim 2010 Pazar

İÇİMİZDEKİ SAHTE 'BENLİK'; EGO....

Yazar: Figen Karaaslan

Ego, kendimizi algılayışımızdır. Bir nevi, içimizdeki diğer Ben’i oynayandır.
Ego, hayatına alıştığı düzende, korunaklı bir şekilde devam edebilmek için her şeyin olduğu gibi kalması yönünde direnç gösterir. Değişiklik dönemlerinde, alıştığımızdan farklı durumlarla karşılaştığımızda, aslında direnç gösteren içimizdeki şişirilmiş Ben olan, Ego’dur. Farklı bir düşünce kalıbı, ya da bakış açısıyla düşündüğümüzde ego bu değişimleri kendi varlığına yapılan bir tehdit olarak algılar. Ego değişimi istemez çünkü kendimizde yapacağımız her değişim, egonun yokluğuna; yani bir anlamda onun “ölümüne” yol açabilir.
Kendimizi tanıma ve keşfetme sürecinde kendi içimize yönelip, daha geniş bir bakış açısıyla bakıp, daha geniş perspektifle olayları görmeye başladığımızda; kendimizin, şimdiye kadar bildiğimiz kişiden çok daha fazlası olduğunu algılarız. Kendimizde yapmaya karar verdiğimiz ya da uygulamaya başladığımız değişikleri yapabilmek için bilincimizi değiştirmemiz, bizde bir dönüşüm oluşturur.
Dönüşüm 21 günlük süreçle gelir.

Yeni bir davranışı alışkanlığa dönüştürmek için kişi o eylemi, kesintisiz 21 gün boyunca yapmalıdır. Bir şeyin alışkanlık olarak yerleşebilmesi için 21 günlük süreye ihtiyaç vardır.

Bu yeni bir nöron bağlantısının kurulması için geçen süredir.

Problemlerimiz genelde gözüktüğü gibi değildir. Ego, problem oluşturmayı ve problem görmeyi sever. Buradaki asıl problem, algıladığımız problem karşısında takındığımız tavır, düşünce şeklimiz ve bu durum karşısında kim olmayı seçtiğimizdir.

Gerçek 'Siz’i bulmak için en önemli kavramlar bilinç, farkındalık ve bu yolda yürürken atılan kararlı adımlardır.

Kendinizde ve hayatınızda değişim yaratmak istiyorsanız sizin gelişim ve yaşam amacınıza hizmet etmeyen eski düşünceleri, algınızı, gerçeklik tanımlarınızı değiştirmeye karar verin ve bu konuda kararlı adımlar atın. Hayatınızda istemediğiniz şeyleri tespit ettiğinizde, neyi istiyor olduğunuzu kesin biliyor haline gelirsiniz ve bu da sizi daha güçlü bir duruma getirir. Ne istiyor olduğunuzu bilme durumu sizi, kim olduğunuzu bilme yoluna sokar.
“İnsanoğlunun esaretinin kaynağı, gerçeği reddetmesinde yatar” (Ernest Holmes)

“Tanrının krallığı içinizdedir.” “Hakikat sizi özgür kılacaktır.” (Hz. İsa)
“İçinizde taşıdığınız inançlar, yalandan daha tehlikeli düşmanlarınızdır.” (Nietzsche)

“İyileşmeyi dilemek, iyileşme sürecinin bir parçasıdır.” (Seneca)

Egonun en sevdiği yanılsamalar:
▪ Kurban rolünü oynamak
▪ Endişe hali

▪ Onaylanma ihtiyacı

▪ Öfke hali
▪ Alınganlık

Ego, düşünceler yoluyla bizimle konuşur. Egonun, ‘Yapma! Güvenme! Ben, Ama… Yapamazsın!’ diyen sesini sık sık duyarız ve genellikle de onun sözünü dinleriz. Her tür inanç bizim korunaklı limanlarımızdır ve ancak biz bu limanları terk ettiğimiz zaman gerçekten özgürleşiriz!

Siz düşüncelerinizi izlemeye başladığınızda, kafanızın içinde duyduğunuz seslerin "gerçek benliğinizin mi yoksa egonuzun mu" sesi olduğuna dikkat kesilip, bu ikisini birbirinden ayırmayı başardığınızda, daha yüksek bir bilinç düzeyine geçmiş olursunuz. Düşüncelerimizi geçmişten ve gelecekten kurtarıp, şimdide tutabildiğimiz sürece bu bilinçli farkındalık halinde oluruz. Zihninizde yankılanan sesleri susturduğunuzda, zihniniz sessizce şimdide kaldığında; tüm varlığınızla, o an orada, tüm gerçekliğinizle ‘Var olmuş’ olursunuz. Olanı kabullenmemek ve olana direnmek ancak öfke ve acı yaratır.

Huzur Duası

“Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenecek metanet, değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilecek cesaret, ikisinin farkını bilecek kadar hikmet ver. Âmin.”

İnsanın çevresiyle uzlaşması ve yaşama direnmemesi için olumlama

“Kendimle, hayatla ve yaşadığım yerle uyum içindeyim. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru şeyi yapıyorum. Çevreme direnmek zorunda değilim. Çünkü biliyorum ki aklıma koyduğum şeyi yaşayacağım. Arzuladığım şeyi görüyorum ve benim olanın bana geleceğini bilerek, ona şimdiden teşekkür ediyorum.”

An’ı yaşama olumlaması

Geçmişten kurtuluyor
Geleceğe güvenle bakıyor ve anı yaşıyorum.

Yaşadığım an benim için çok değerli…

Önemli olan tek şey benim için şu an.

Sonuçları ne olursa olsun,
Şu anda yapmakta olduğum işe mutluluk katıyorum.

Neşe içerisinde yaşıyorum.

Korku ve kuşkuları bir kenara bıraktım,

Şu an mutluyum!
Yaşamım, her gün yeniden yaratılan bir maceradır.

Mutluluklar yaratabileceğim fırsatları kolluyorum.
Bu an ve her an istediğim insan olma özgürlüğüne sahibim.
Bugün, bütün gün boyunca “anı” yaşama sanatını uygulayacağım.

Geçmişi tekrar tekrar yaşamaktan

Ve gelecek için kaygılanmaktan vazgeçeceğim.

Gerçek yaratıcı gücümü şimdi, burada kullanacağım…
http://indigodergisi.com/61/f-karaaslan.htm

BAĞDAŞTIRMACA.....




eşcinsellik ve müslümanlık aynı bedende nasıl barındığına hayret eden yorumları inceliyorum. hakaretli olanları siliyorum. farklı kimliklerden olanları inciteceklerini düşündüklerimi okuyorum, buraya koymuyorum. nasıl diye soranlar her iki kesimden de varlar.
inananlar nasıl diyorlar? nasıl islam gibi güzelliği eşcinsellik gibi ahlaksız bir fiille yanyana getirebiliyorsunuz? diğer yazılarımızı da okuyup aslında o durum ile bu fiili aynı anda zaten kimsenin yapmadığını, meselenin bu olmadığını, sorunun onların dahi tanıdıkları içinde varolan eşcinselleri susturmakla hallolmadığını, yalan perdeler arkasında, saçılıp dökülene kadar devam ettiğini, bir gün "ele güne karşı" korkulanın ortaya çıktığını bu sebeple baştan baskıdan vazgeçilmesi gerektiğini anlatıyorum. insafı varsa düşmanlığı bıraktığı gibi toplum içinde eşcinseller için rol modeller ve toplumun ahengine katkı sağlayacak örnekler bulunması gerektiğine kanaat getiriyorlar.
inaçsızlar nasıl diyorlar? nasıl eşcinsellik gibi elit, başkaldırıcı ve herşeye tepkisel yaklaşan bir durumu islamla yanyana getirebiliyorsunuz? yine aynı şekilde diğer yazılarımızada detayları anlatıldığı gibi eşcinsel hem hassas hem dikkatlidir. içinde bulunduğu yeri inceler. bu kadar hassas yapılmış, intizamlı mekanın elbette bir mimarı, yapıcısı ve sanatkarı olduğunu görür. binayı gören mimarı inkar edemez. çünkü o bina bir dil ile kendini, bin dil ile ustasını tarif eder. bu dünya binasında, o, kıymet verilmiş bir misafir olarak izlenmektedir. çünkü başta hatıraları olmak üzere her yere kayıtları düşülmekte, hücrelerine varana dek kayıtları alınmaktadır. hem herşeyden istifade etmekte çok düzgün işleyen bir sistemden faydalanmakta ve bazen de ortamı karıştırmaktadır. öyleyse sistemin sahibine karşı sorumlu olması kaçınılmazdır. faydalandıklarından ötürü teşekkürünü iletebileceği merci, elbette o hassas dengeyi ona verendir. eğer başarabilirse yalnız kendisini değil tüm düşünebildiklerini teşekkürüne dahil edip, onları teşekküründe temsil edebilir. hem ölüme karşı varlığı ile zayıf ve fakir olarak beklemektedir. ona ebediyeti satın aldıracak bir zenginliği, hüznüne karşı ebedi yanında olacak sevdiklerini arayıp bulmaya muhtaçtır. bunu talep etmeli ve samimi isteyip sabretmelidir. gerçeğin gelip gözü önünde açılması ile o kapıdan geçilir. işte buna eşcinselin ihtiyacı herkesten fazladır. itilmiş ve yalnız olmak onu bu kavramı aramaya iter. ya araştırır yada bu ihyiacı susturmak için eğlenceye sarhoşluğa kaçar. lakin ona bakmayınca, ölüm onu görmüyor değil! düşünmeden yaşayınca vicdan onu sormuyor değil! tüm sevdiklerimizi ilgilendiren ebediyet meselesi onu da yakalar. kimi zaman da birikmiş borcunu peşin alır. bunu görüyoruz. öyleyse ölüme karşı, nimetlere karşı, dostlara sevdiklere karşı duruşumuzda islam bizim için vazgeçilmezdir.

bu kesimlerden eşcinsel olmayan ve kötü örneklere takılıp kanaati kötü olanlara diyecek bir şey yok. ne zamanki hayatlarına eşcinsel birisi girer ve onu gerçekten tanırlar, o zaman durum değişir.

hem eşcinsel olup hem de eşcinsel nefreti onu kötülüğe itenler için durum daha zordur. kalın kalkanlar altında o hassas eşcinselliğini korumak için klişe tepkilerle kendini korur. kendini korumak için eşcinselliğe hakaret eder. eşcinsel kimliğin toplum içinde ortaya çıkışına bile düşmandır. zaman tüm bu zeka oyunlarını ters yüz eder. kişiyi kendisi ile yüzleştirir. işte o an artık taklit ettiği kesime ait olmadığını, eşcinsel ve yalnız olduğunu idrak eder. intihar bu yalnızlığı bitirmek için ilk çözüm haline gelebilir. kayıtlara "sıkıntısı varmış, bunalımdaymış" diye geçen ifadeler aslında sonradan farkına varılan bir kimlikten haber verir, rol yaparak geçmiş bir hayattan haber verir.

kimliklerine korkmadan bakıp onların yüzlerini güzele hayra ve uyuma çevirebilmek, hem hayatı yaşanır kılar, hem ölümü çekilir kılar, hem sevgiyi ve doğruluğu tam kılar...

http://gayislam.blogspot.com/2010/10/bagdastrmaca.html

23 Ekim 2010 Cumartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNDEN 40 KURAL...


1. kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

2. kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun,omzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil !

3. kural: Kur’an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonra ki batıni manadır. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

4. kural: Kainattatki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.

5. kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği:

Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

6. kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

7. kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

8. kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

9. kural: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

10. kural: Ne yöne gidersen git, doğu,batı,kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

11. kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Ssenden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
12. kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

13. kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

14. kural:Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

15. kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış birsanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

16. kural:Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde belebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.

17. kural: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

18. kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır

19. kural:Başkalarından saygı,ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

20. kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

21. kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi,hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek,kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

22. kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdimi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

23. kural : Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadırne tefritte. Sufi daima orta yerde…
24. kural : Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak , buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25. kural : Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26. kural : Kainat yekvücud, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

27. kural : Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.
28. kural : Geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.

29. kural : Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten,”ne yapalım, kaderimiz böyle”deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin,ne de hayat karşısında çaresizsin.

30. kural : Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.

Sufi kusur görmez kusur örter.

31. kural : Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
32. kural : Aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama !

33. kural : Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil içinde ki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

34. kural : Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

35. kural : Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise içinde ki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36. kural : Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan !

37. kural :Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.

38. kural : Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa,yazık !

Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39. kural : Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.

Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.

40. kural : Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma!Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.

Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde..
http://www.dindersiforum.com/thread-1671-post-17681.html

20 Ekim 2010 Çarşamba

KIRIK KALPLER....

kafamda okuduğum şeylerin bilgisi,yüreğimde ise yaşadığım şeylerin etkisi.ikisi arasında bayağı bir uçurum.herşeyde anlamını sorarım kendime.aslında hayata sorarım ama cevabı yine kendimde ararım.dışarsı ile içersi arasında ne çok farklar var.dışarıya algı,içerisine his diyorum.bunca olan şeyler var dışımda.olansa içimde bunca şeye rağmen,koca bir his.hissettiğimiz gibiyiz her zaman,dışarsı nasıl olursa olsun.köşesini,bucağını,sınırını bilemediğim bir dünya içimdeki(tabii ki herkesin de öyle).herkes gibi kendi penceremden bakarım dışarıya.hep bi şeylerin eksikliği hissi.dışımdaki herşey içimdekinin yansıması sanki.neresinden bakmalı bilmiyorum.yaşanmasını özlediğim çok şeyler var içimden başlayıp dışarıya yansımasını bekleyen.negatifini mi sevdim hayatın?her güzel şey çirkinliği ile mi yaşanır?dualite imiş herşey?sevmek,sevgisizlikle kardeşmiş.biri olmadan diğeri çıkmıyor ortaya.biri çıktığında ise diğeri saklanıyor sobeleninceye dek.çoğu zaman ne kadar da uzun süreli saklanır bu güzellikler.insanın sabrı ve mecali,ümidi kalmayıncaya dek.tek başına olmuyor bu dünyada.herkes aslında kendi başına koca bir hiç değil mi diğeri olmadan.sonsuz muhtaciyet ve acziyetle yaşamıyor muyuz?bu kadar dağ gibi ego ile neyimizi tatmin etmeye çalışıyoruz ki?diğerlerini anlamak,sevmek ve onların değerini bilmek gerek.bunun için de başlangıç noktasını bulmak gerekyor.neresi mi?bu nokta biziz.herşey bizden açığa çıkar ve yine kendimize döner bumerang gibi.kainat,koca bir ayna.etki-tepki üzerine deveran eden bir okyanus.kendimi sevmeliyim.sevmek için de önce anlamalıyım,tanımalıyım kendimi.tanıdıkça,sevmeye ve sevdikçe de değerimi görmeye başlarım.ve bakarım ki;bir bütünmüşüz biz ve bu bütünün orijinal,nadide birer parçasıymışız.kainatta boşluk yok biliyorum.algılarım yalancı çoğu zaman ve tabii hislerim de.başka,diğer,öteki,farklı görmek hep uçurumları doğurdu.akıl bilebilir bir bütün olduğumuzu ama ya kalb.?herşey onunla aslında.o kabul ettiğinde olur herşey,kabul etmek istediğinde..ya cennettir bizim için kalb,ya da cehennem.o nasılsa,dışımız da öyle olmuyor mu?onu cahil mi bıraktım ve cehaletinden de zalim mi oldu kalbim?herşey sendin kalbim.bunu geç anladım biliyorum ve şu anda da senin acınla perişanım.sen merkezdin ve sen nasılsan herşeyim de öyle oluyordu...!
KALBİM..

7 Ekim 2010 Perşembe

SEVERSİN,KAVUŞAMAZSIN AŞK OLUR.PEKİ YA KAVUŞURSAN?

Eyüp CAN
Âşık Veysel’e sormuşlar “Aşk nedir” diye..
Gülümsemiş...

“Seversin, kavuşamazsın aşk olur...”
Leyla ile Mecnun’dan Romeo Juliet’e aşkın en güzel tanımıdır “kavuşamamak...”

Peki ya kavuşursan?
* * *
Hayatımda iki kez âşık oldum.

Ayrılığı da tattım kavuşmayı da...

“Yaşadıklarını izah et” deseniz edemem...

Ama Esch Tobias ve Stefano George “The neurobiology of love” kitabında ediyor.

Bir kere aşk ne zannettiğimiz gibi psikolojik ne de duygusal.

Psikolojimiz değişiyor, duygu yoğunluğumuz artıyor fakat aşk alabildiğine kimyasal.

Kalbin derinlikleriyle hiç ilgisi yok, her şey beynin kıvrımlarında...

* * *

Aşkı edebiyatçılardan dinlemeye alışık olanlara aktaracaklarım sinir edici gelebilir ama üzgünüm neuroscience’a göre aşk bir motivasyon sistemi.

Adeta bir uyuşturucu...

Âşık olduğunuzda beynin “saplantı, delilik, sarhoşluk, susuzluk ve açlık devreleri” aynı anda harekete geçiyor.

Tıpkı eroin, kokain ya da esctacy’nin ilk etkileri gibi...

Beyninizi resmen ateş basıyor çünkü “dopamine, estrogen, oxytocin ve testosteron” hormonları aynı anda beyne hücum ediyor.

Bu hücum karşısında beynin “endişe, korku, analiz ve dikkat” merkezi havlu atıyor.

* * *

Bu yüzden “aşkın gözü kör”.

Bu yüzden sevdiğiniz size kusursuz görünüyor...

Bu yüzden “Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk”.

Bu yüzden sevenler sevdikleri için kendilerinden vazgeçebiliyor...

Ve bu yüzden âşıklar kavuşamayınca mide krampları geçiriyor, yemekten içmekten kesiliyor, yataklara düşüyor...

Kimi hayata küsüyor, kimi canına kıyıyor...
* * *
Yaşayanlar için su, hava, ekmek kadar fiziksel aşk.
Yaşamayanlar için delilik...

Bilim adamlarına göre en irrasyonel davranış biçimi...

Sanat, edebiyat tüm bu halleri yüceltiyor, oysa neuroscience tüm bu haller için “kimyasal” diyor...

Öylesine kimyasal ki bu ateşli dönem ortalama 6-8 ay sürüyormuş.

Eğer beynin topyekûn hormon salgıladığı bu dönemde sevdiğinize kavuşamamışsanız ortaya ömür boyu unutamayacağınız bir aşk çıkıyor.

Çünkü aşırı aktive olan hormonlar beyinde kalıcı hasarlar bırakıyor.

Sonrasında yaşadığınız her ilişki bu hasarın gölgesinde kendisine yer arıyor...
* * *
Gelelim en baştaki soruya, peki ya kavuşursan?

Psikiyatr Louann Brizendine, “Eğer beyin bu dört hormonu aynı anda sürekli salgılasa, yani aşk hiç bitmese insanlık nesli devam etmezdi” diyor.

Tutkulu aşktan, ne çocuk ne de kariyer yapmaya vakit kalırdı...

Fakat aşk öylesine bir uyuşturucu ki, alınamadığında, çok alındığında ya da azaldığında benzer sonuçlar doğurabiliyor.

Bu yüzden sadece kavuşamayanlar değil kavuşanlar da o 6 aylık süre geçince çok büyük hayal kırıklığı yaşayabiliyor.

Oysa beynimiz buna programlı...

* * *

Kavuşan çiftlerin tutkudan kalıcı ilişkiye geçiş döneminde beyin MRI’ları taranmış...

Altı ayın sonunda beynin “zevk-ödül devresi” ve “ölümüne arzulama-açlık bölgesi” giderek sönükleşirken, dostluk-bağlılık devresi sarıdan kızıla ışıl ışıl parlamaya başlamış...

Tutkuyla başlayan her ilişkide ilk büyük panik devresidir bu...

Deli gibi sevenler “aşk bitti” zanneder.

Birçok ilişki bu yüzden biter.

Oysa insan beyni ortalama altı ay sonra o hormonları salgılamamak üzere programlanmıştır.
* * *

Yapacak fazla bir şey yok...

Ya aşka müptela,

bir ilişkiden diğerine

boşu boşuna
atlayıp durursunuz

ya da yaşadığınız

aşkı kıymetini

bilerek

daha kalıcı bir

ilişkiye dönüştürür-sünüz...

Seversin, kavuşamaz-

sın aşk olur...

Seversin kavuşursun kıymetini bilebilirsen mutluluk olur...
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/14382868.asp?yazarid=332

3 Ekim 2010 Pazar

AYET-EL KÜRSİ.....

benim bir arkadasim anlatmisti ben bir donem kabuslar goruyordum. kizin birisi musluman bir kiz londrada ogrenci kutuphanede ders calisiyormus biraz gec saate kalmis. uzun koridorda az isikliymis kiz yururken birisini gormus uzaktan golgesini Ayet Al Kursu okumaya baslamis adam yaklasmaya baslayinca. adam iyice yaklasinca birden bir bagirmaya baslamis adam kacarak kiz ne oldugunu anlamamis. yurduna gitmis ertesi gun polis gelmis kizin ifadesini almak icin. kizda sasirmis gitmis. kizi gorunce adam yine bagirmaya baslamis uzak tutun beden o canavarlarla geziyor.

polisler nerde demisler yaninda hepsi bakiyor kimse yok. siz kormusunuz kocaman kocaman devasa canavarlar var etrafinda demis.

adam ciddi ciddi soyluyor. bu adam bir cok kizi ciddi anlamda tacizeden ve arananmis kendisi kizi gorunce o gece karakola gidip kurtarin beni diyerek yalvarmis kizi soylemis. polislerde bulmus kizi ifadesini almak istemisler.

kiz ben muslumanim tek yaptigim ayet Alk kursi okumak oldu. simdi okudunmu demisler evet gelirken okudum. sasirdim tedirgin oldum Allah'a sigindim. polislerde sasirmis adamda geri ne yaptilar o adama bilemiyorum. belki halusilasyon goruyor diyerek sizofreni denmiste olabilir.
http://www.lahuti.com/forum/ingiltereyi-ayaga-kaldiran-video-ucharfli-124842-3.html

2 Ekim 2010 Cumartesi

ÖNEMSEMEK..

Hayata farklı açıdan bakabilmekle ilgili şöyle bir hikaye anlatılır: "Bir

gün New-York'ta bir grup iş arkadasi, yemek molasında dişarıya çıkar.

Gruptan biri, Kizilderili'dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin

çikardigi gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kizilderili,

kulagina cırcır böceği sesinin geldigini söyleyerek cırcır aramaya başlar.

Arkadasları, bu kadar gürültünün arasinda bu sesi duyamayacağını, kendisinin

öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder.

Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder. Kizilderili,

yolun karsı tarafına dogru yürür, arkadası da onu takip eder. Binaların

arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği

bulurlar.

Arkadaşı, Kizilderili'ye: "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl

duydun?" diye sorar.

Kizilderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek

olmadığını söyleyerek, arkadasına kendisini takip etmesini söyler. Kaldırıma

geçerler ve Kizilderili cebinden çıkardığıbozuk parayı kaldırımda yuvarlar.

Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun

ceplerinden düsüp düsmedigini kontrol eder.

Kizilderili, arkadağına dönerek: "Önemli olan, nelere deger verdigin ve

neleri önemsediğindir. Her seyi ona göre duyar, görür ve hissedersin." der.
http://www.lahuti.com/forum/onemsemek-harika-bir-yazi-123037.html

DENİZ KIZI...

Adamin biri, her mehtapli gecede alir basini deniz kiyisina gidermis.

Dönüsünde sorarlarmis :

* Ne gördün?
* Dünya güzeli deniz kizlari gördüm, altin saçlarini gümüs taraklarla

tariyorlardi, dermis hep.

Bir gece yine tek basina deniz kiyisina vardiginda, gerçekten dünya güzeli

deniz kizlari görmüs, altin saçlarini gümüs taraklarla tariyorlarmis.

Döndügünde yine sormuslar :

* Ne gördün?

* Hiç demis. Hiç bir sey...

Oscar Wilde'in yukaridaki harika öyküsünü ilk okudugumda ortaokuldaydim ve

ne demek istedigini anlamamistim. Daha sonra unutmusum.

Yillar sonra Haldun Taner'in bir sözü bana öyküyü hem hatirlatti hem de ne

demek istedigini çok çarpici bir sekilde gösterdi. Şöyleydi söz :

"Bir hayalin gerçek olmasi kadar hayal kirici bir sey yoktur."

Daha sonralari ise bu tema pek çok edebi eserde karsima çikti. Örnegin
"Simyaci"'da. Hâlâ okumamis olan var mi bilmiyorum ama hatirlarsaniz orada

bütün yasami boyunca tek hayali para biriktirip Mekke'ye hacca gitmek olan

bir dükkan sahibi vardi. Adam artik gerekli parayi fazlasiyla biriktirmis
oldugu halde bir türlü gitmiyordu. Bu hayalin kendisini yasama baglayan çok

önemli bag oldugunu düsünüyor ve onun gerçeklesmesi halinde bu önemli bagi

yitireceginden korkuyordu. Hakliydi aslinda.

Düsünüyorum da hepimizin böyle hayalleri var mutlulugumuzu bagladigimiz,

gerçeklesene kadar yasami sanki erteledigimiz.

Acaba hiç düsünüyor muyuz bu istedigimiz her neyse, gerçeklestiginde iyi mi

olacak. Bir düsünürün hep aklimda tuttugum bir sözü vardir :

"Bütün dualarimi kabul etmedigi için Allah'a sükrediyorum".

Belki de daha az üzülmeliyiz gerçeklesmeyen hayallerimiz için. Belki de

aslinda sevinmemiz, mutlu olmamiz gereken bir sey için gözyaslari

döküyoruzdur.

Belki de olaylara bir de bu açidan bakmayi artik ögrenmeliyiz...

Yalniz hakkinizda hayirli olan hayallerinizin gerçeklesmesi dilegiyle...
http://www.lahuti.com/forum/deniz-kizi-123034.html

GÖREBİLMEK...

Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa;

- Buranın yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler..

Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra;
Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde..

Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş çocuk. Kuş cıvıltıları oradan geliyor zaten.

- İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?.

-Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye atılmış çocuk... Üstelik manolyalar da katılıyor onlara.. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız..
Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde farketmiş çocuğun kör olduğunu..

Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış adamın kendisini farkettiğini..
Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken;

- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki!. Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?.

Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına doğru yönelirken;

- Artık emin değilim demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür..

Gösterdi ........... gördü anlamına gelmez
Söyledi ............. duydu anlamına gelmez

Duydu .......doğru anladı anlamına gelmez

Anladı .......... hak verdi anlamına gelmez

Hak verdi .......... inandı anlamına gelmez

İnandı ............ uyguladı anlamına gelmez

Uyguladı ...... sürdürecek anlamına gelmez
http://www.okyanusum.com/gorebilmek.html