25 Aralık 2010 Cumartesi

MISIR PİRAMİTLERİ...

Mısır piramitlerini ilk okuduğumda daha henüz lise çağlarındaydım. O zamanlar o yapıların ne kadar büyük olduğunu anlamazdım. Cahillik işte... Fakat birçok piramitin inşa edilmiş olması sayılarının çok olması kafamı bulandıran bir mesele oldu zamanla. Bu insanlar aptal mıydı? Neden o koca piramitleri yaptırıyorlardı ve neden piramit. Mesela neden bir dikdörtgen değil yada başka bir şekil. Bu sorular sıralanıp gidiyordu. Bugün bile bilim adamları halen piramitlerin sırlarını çözebilmiş değiller. İnsanlara sadece pop kültür bilgiler vererek bir takım gerçekleri saklamaya çalışıyorlar diye düşündüm. Ama sorularım cevapsız kaldı.
Bir gün fakültede dergileri kolaçan ederken elime 2 sayfalık bir derginin eki geldi. Enerjinin mahiyeti üzerine yazılar vardı ve oradaki sivrilen yapılardaki enerji kordonu oluşturma meselesi sorularımı tekrar gün yüzüne çıkardı. Piramit yada koni yada kubbemsi şekillerin tümü. Enerji tepe noktasında birleşiyor ve kendince bir tayf oluşturuyor. (Bu aralar sanırım Ahmet Maranki o ölçümleri yapmış ve ispatlamış). Mısırlılar piramit yapı inşa etmişler. Acaba enerji ile ilgili bugün bildiğimiz kaideleri biliyorlar mıydı? Aptal olamaz ya bu insanlar. Bir anlamı olmalı bunların. Mezarlık olduğunu düşünen varsa halen başka şey demiyorum.

Önceki bir yazıda belirtmiştim. Eğer diğer evrene geçiş yapmak istiyorsanız bir solucan deliği oluşturmak zorundasınız ki bu da mümkün değil. Çünkü o enerji oluşturulabilse bile diğer tarafa tek parça gitme mümkün değil. Çünkü biz madde formundayız. Ama eğer enerji formunda bir yapı gönderilirse belki bir şansı olabilir. Hiçbir insan balık kadar iyi yüzemez kaidesince düşünmek lazım bunu. Enerjiyi tepede toplayıp piramitin içinde bir takım ayinler yapıyorlardı Mısırlılar. Kendileri o enerji ile bir yere gidemiyorlardı ama birşeyleri o enerji vasıtasıyla çağırabiliyorlardı. Acaba!... Düşünüyor insan. Mayalıların Kukulkan için yaptıklarını da bundan ayrı tutamayız.

İçeri de insan kurban ettiklerini düşünürsek rahmani bir takım varlıklar ile iletişime geçmedikleri çok açık. Muhtemelen şeytanların büyükleri ile irtibata geçiyorlardı. Onları mahiyetleri ile görüyorlardı. Diğer yandan insanların Firavunların işkencelerine rağmen ona adeta tapmalarını da mantıklı bir zemine oturtmak lazım. Demek ki bu insanlar bir takım şeyler görüyorlardı Firavunlarda. Boyun eğiyorlardı. Demek ki Firavunlar Şeytanlar vasıtasıyla Tanrılıklarını ilan etmişlerdi halka. Hemde bir takım (onlara göre) harikalarla.
Merkezi Mısır olan bir sapık anlayış insanlığı sarmıştı. Bunun dışında başka toplumlarda da durum farklı değildi. Biraz daha ilerlediğimiz zaman İslamiyetten önceki Arap toplumlarında da aynı durumu görüyoruz. Putlara tapıyorsunuz dendiğinde onlar biz onların şekillerinden ziyade içlerindeki ruhlara tapıyoruz diyorlardı. Cinler bütün bir Arap yarımadasın'nın ekserisini kontrol altına almışlardı. Aynen bugün cinlerin sözde voodoo adı altında Afrika'nın bir kısmını hüküm altına aldıkları gibi. Putların içindekiler kendileri için kurban istiyorlardı. Kız çocukları neden diri diri toprağa gömülüyordu zannediyorsunuz. O baba gözüyle, emre itaat etmeyen birinin başına gelenleri görmeden gömer miydi çocuğunu. Voodoo kültüründe de bu vardır. Kültür diyorum ama aslında bir "batıl din". Baba kız çocuğunu büyüsel bir ritüelle öldürüyor. Yani öldürdüğünü zannediyor. Sonra sarıp sarmalayaıp günlerce ölü evinde bekletiyorlar. Sözde kızı kutsal ruhlara teslim ediyorlar günlerce. Daha sonra da kızı oradan alıp tekrar dirilmesi için ruhlara yalvarıyorlar. Kız onlara göre diriliyor. Kutsal ruhların kıza merhamet edip etmediğini anlamak için bir oyun yada dansı yapabilmesi gerekiyor. Daha önce o dansı bilmeyen kız birden o dansı yapmaya başlıyor insanlar coşuyor. Bu size Deccal'ın yapacağı bir oyun hakkında da bilgi versin. Afrika kabilelerinin yaptığı o danslar sıradan değil. Sürekli olarak ruh olarak tanımladıkları cinler ile irtibat halindedir. Ayinler yapıyorlar.

Mesele amacından kaysın istemem ama bir şeyi daha belirtmek istiyorum. Afrika'da kızını ülke dışına gönderip doktor olmasını isteyen bir baba kızının aniden hastalanıp yataklara düştüğünü görüyor. Daha sonra ruhlardan kendisine mesaj geldiğini söylüyor. Eğer kızı kendilerine teslim etmezse ölümüne şahit olacağını söylüyor. Baba ise elinden çare gelmediği için ayini yapıyıor ve kızını cinlere teslim ediyor ve günler sonra kızına tekrar kavuşuyor. Bakışları değişmişti diyor. Artık eskisi gibi konuşmuyor ve sürekli dans etmek istiyor diyordu. Afrika kıtasının gelişememiş olması ile bu durum arasında çarpıcı bir paralellik var.

Şeytan sadece fısıltı ile değil. Boşluklarını yakaladığı her türlü insan ve sistemi içeriden kontrol edebiliyor. İnsanları maymunlaştırabiliyor. Kuran'ı Kerim'de putlardan bahsedildiğinde bazıları Kuran'ın haşa indirildiği döneme ait olduğunu çünkü putların günümüzde artık olmadığını söylüyor ama yanılıyorlar. Putlar her yerde. İnsanlar kimi zaman bir insanı, kimi zaman ise bir ideolojiyi putlaştırıyor. Şunu bir tarafa yazmak lazım putların ve tabuların olduğu her yerde şeytan hükmünü ortaya koyar. Şeytanın bu kadar kötülüğü yaparak varmak istediği nihai hedefi Deccal'in gelmesini sağlamak. Ama Deccal istediği gibi gelemez. Nasıl ki uçak her yere inemez; bir piste ihtiyacı vardır. Aynı onun gibi Deccal'in de bir piste ihtiyacı vardır. Şeytan bunu sağlıyor. Ama şeytan sonuç itibariyle cindir. (cinni şeytanları baz alıyorum). Enerjidir ve başka bir boyutun malıdır. Bu boyutta istediği gibi faaliyetlerini icra etmesi için ins şeytanlarına ihtiyaç duyar. Bunun için ise onları kullanmaktadır. İlluminati deyin yada masonlar deyin. Hepsi şeytanlarle işbirliği içerisindedir. Bu açıdan bakıldığında dünyayı Yahudilerin yönettiğini düşünmek yanlış. Ne yazık ki dünyayı satanistler yönetiyor.
Amaçlarına çok yaklaşmış durumda olduklarını düşünüyorum. Psikolojik rahatsızlıkların tavan yaptığı bir 50 yıllık süreç yaşıyoruz. İnsanlar eskiden de muhtemelen rahatsızlanıyorlardı ama kayıtlara bakıldığında bunların çok sınırlı sayıda oldı-uklarını görüyoruz. Günümüzde ise bu sayı oldukça artmış bir durumda. Mesela en son araştırmalardan birisinde cep telefonunu kulağınıza tuttuktan kısa bir süre sonra beynin kayda değer bir şekilde ısındığı keşfedilmiş. Beynin sıcaklığının artması ise belli ara maddelerin salınmasını tetikliyor. Bilim adamları son zamanlarda tavan yapan bu durumun beynin ısınmasına sebep olan özü radyasyon olan ama ekserisi Cep telefonlarından kaynaklanan dalga boyları olduklarını söylüyor. Diğer taraftan şekerli yada fıstık gibi gıdaları fazla tüketmenin cinsel arzuyu arttırdığını da az çok herkes bilir. Özü şeker olan gıdalar enerjilerinin çokluğu nedeniyle vücut sıcaklığını arttırırlar. Artan hararet cinsel arzunun artmasının sağlayan hormonları tetikliyor. Olay vücut sıcaklığında. Sıcak genelde neyi çağrıştırır? Mesela susamış bir vaziyette yatıldığında (denenebilir) şehevi rüyaların daha fazla görüldüğü bilinir. Kısacası Cep telefonları bizi aslında hiç bilmediğimiz bir yerden vuruyor. Ama medyada cep telefonunun zararları başka yönleri ile anlatılıyor. Madem zararlı olduğunu öğrenecekler; o zaman bu şekilde öğrensinler deniyor.

Televizyonda izlediğiniz filmlerde yada programlarda özel yöntemler yada renkler ile bilinçaltına göndermeler yapılıyor. İzlediğiniz bir görüntüde beyninize on binlere resim kazınıyor. Milyonlarcasını da beyin taramak zorunda kalıyor. Bu kadar dolu kafa ise ağırlaşıyor ve yorgunluk emareleri görünüyor. Sağlıklı bir insanda uyku mekanizması önce vücuttaki yorgunluk ve buna bağlı beyindeki ağırlık ve göz yorulmasıyla başlar. Ama eğer sizde önce gözler kapanıyor ise o zaman sizde masonik bir projenin deneği durumundasınız. O yüzden günümüzde herkes ayakta uyuyor. TV mahveder. Dünyanızı da mahveder ahiretinizi de mahveder. Ama aldatmaca çok geniş. Mesela kültür ile ilim arasında bir ayrışmazlık var gibi duruyor. Popüler kültürün kutsallığı yoktur. Kafanızda yer ederek katmanlar halinde 2-3 sene sonra kabullenmeniz gereken bir fikrin altyapısını hazırlar. Harry Potter okumazsanız cahil kalmazsanız. Yada yeni yayınlanan bir dizinin 23. bölümünü komşu ile mütala edemediğiniz zaman. Yada modayı takip edemediğiniz zaman. Ama ilim olmazsa cahil kalırsınız. Bir filmde Nicole Kidman'ın aldatıldığı an ne yaptığındansa aldatılmamak ve uyanık olmak için neler yapılması gerektiğini araştırmak daha faydalıdır. Moda zaman kaybıdır. Üç- beş kişinin bir odada bulunup tüm insanlığı bir sene boyunca yönlendirmeleri acı ve utanç varici.

Kalıp diye bir şey yoktur. Kalıplarımız vardır. Ama bugün için insanlığı tek bir kalıba sokmak ve dünya nüfusunu 500 000 000 milyonda tutmanın yollarını hazıtrlamaya çalışıyorlar. Kuşatılmış durumdayız. Yediğimiz gıdaları sorgulamıyoruz. Çünkü kaybedecek vaktimiz yok. Ama Cuma günü yaynınlanan diziyi gözlerimizi kırpmadan izliyoruz. Daha iyi vakit geçirmek istiyoruz. Ama bunun nasıl olacağını daha iyi vakit geçirmek için kullandığımız araçlardan öğreniyoruz. Yani bataklığın adresini yılandan istiyoruz. Kaybediyoruz. Kuran'ın düsturlarını elimizin tersi ile itiyoruz. İnanıyor gibi yaşıyoruz ama aslında çok da fazla inanmıyoruz. Ya varsa diye inanıyoruz. O taraf da olsun bu taraf da olsun diyoruz. Ama bir kalpte iki sevda olamayacağını bilmiyoruz.

21. yy da olsak da tabularımızdan sıyrılamıyoruz. Putlarımız her tarafı sarmış durumda.
http://www.lahuti.com/forum/kainatin-sirri-133318.html

23 Aralık 2010 Perşembe

HARAB KALB...

5. kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği:

Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
HZ.ŞEMS-İ TEBRİZİ (KS)

21 Aralık 2010 Salı

KALB İLE...

2. kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun,omzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil !



HZ.ŞEMS-İ TEBRİZİ (KS)

14 Aralık 2010 Salı

YARADAN'A BAKIŞ..


1. kural: Yaradan'ı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Allah dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, Allah dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

HZ.ŞEMS-İ TEBRİZİ (KS)
http://zehrasunay.wordpress.com/2009/05/11/semsin-40-kurali/