skip to main |
skip to sidebar
RUHUMUZUN ŞARKISINI SÖYLEMEK...
Bir soru takılmaya görsün aklımıza ya da gönlümüze. O veya bu biçimde mutlaka cevabını alırız. Kaçarı yoktur bunun…
Hele ki soru yeterince ve gereğince içtense yani ruhumuzdan geliyorsa biz onu unutsak bile o bizi unutmaz. En önemsiz ve değersiz sandığımız ego kaynaklı sorular için bile geçerlidir bu kural.
Egoyla ilgili ‘’yüzeysel ve önemsiz’’ soruların cevabı çıktığı yerde, zihinde belirir. Oradan gelen cevap, cevaptan sayılmayacağı için ruh o yüzeysel sorunun derinine, asıl kaynağına iner. Adı konmamış sıkıntı, çaresizlik ve düşüncelerde savrukluk olarak görünür bu durumun yansıması. Oysa ki o anlarda, derinlerimizde yoğun bir faaliyet olmaktadır ama biz bunun farkında değilizdir. Ve bu faaliyet sonucunda zihinde ıvır zıvır, hatta saçma sapan bir vesvese, yani kuruntu olarak beliren o ‘’yüzeysel’’ sorunun aslı kalpte belirir.
Kozmik kütüphanede hakiki soruya hakiki cevap araştırılmaya başlanmıştır artık.
Ve ne mutlu bize ki, hiçbir şekilde cevapsız bırakılmayız.
Yeter ki farkında ve işaret okumaya hevesli olalım.
Yeter ki karşımıza çıkan herkesi can kulağıyla dinleyip işittiğimizi duyabilelim. Başımıza gelen olayları derinlemesine düşünüp analiz edelim ve görünenin ardındakine bakıp görebilelim.
Bazen bir kitap okuruz ve hiç alakasız bir konunun içinde öylesine geçiveren bir cümle tam da bizim cevabımızdır. Bazen de üç yaşındaki komşu çocuğu merdivenlerde yakalar bizi ve olanca saflığı ile öyle bir soru sorar ki ona cevap verirken bir şimşek çakıverir beynimizde. İşte o anda o küçücük çocuğa verdiğimiz bu ‘’sıradan’’ cevabın yıllardır gizliden gizliye peşinde olduğumuz gizli bir soruya ait olduğunun farkındalığını yaşayıveririz.
En sihirlisi de çoktan unuttuğumuzu sandığımız bir sorunun belki günler, hatta yıllar sonra zihnimizin karanlık dehlizlerinden süzülerek cevabıyla beraber rüya âlemimizde belirivermesidir.
Hayatı bu bilinç ve farkındalıkla yaşadığımız zaman ‘’can sıkıntısı’’ kavramı ebediyen çıkar gider kişisel sözlüğümüzden. Çünkü, adına hayat denen bu serüven sihirli ve sonsuz imkanlara açık bir mümkünler dünyası olur bizim için.
Zaman içinde, kendimize ve kainata daha önemli, daha hakiki, daha damardan sorular sormayı da öğreniriz. Eskiye ait korku ve kuruntular yerlerini sonu gelmez bir heyecan ve merak duygusuna bırakırlar…
Etrafımızda olup biten, psikolojik dengemizi bozan, ruhumuzu hüzünlere boğan fitne, fesat ve dedikodu düzeyindeki oluşlar manyetik alanımızın dışında kalırlar. Daha varoluşsal, daha derin ve özden konularla ilgileniriz. Gün geçtikçe biraz daha fazla ruhumuzun şarkısını söylemeye başlarız.
Ve an gelir, adı göklerde konan üst benliğimiz açığa çıkar bütün parlaklığıyla.
Dilek Yaraş
http://www.yorumsuzblog.org/
http://www.yorumsuzblog.org/ruhumuzun-sarkisini-soylemek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder