28 Mart 2010 Pazar

YAŞAMSAL AMAÇ......

“…İnsanın en zor savaşı kendisiyle yaptığı amansız savaştır. Çünkü ortada savaşan çoğunluk yoktur. Tek bir varlık vardır, kendisiyle savaşan kişinin, kimin galip geleceği konusunda da hiçbir fikri yoktur. Bu tüm hayat boyu sürer gider…“

Hayatın tüm sırrı insanın kendini sevmesidir. Kendini sevmeyen bir insan başkalarını, hayvanları, doğayı ve dünyayı sevebilir mi? Kendini seven insan, kendine güven duyar. Kendine güvenen yeteneklerini keşfeden insan, etrafına huzur ve sevgi yaymaya başlar.

Herkes doğduğunda muhteşem yeteneklerini de beraberinde getirir. Bu, sosyal ve kültürel yetiştirilmeyle, aile içindeki bazı olumsuz cümlelerle ve diğer kişilerin yanlış yaptırımlarıyla körelir gider. Yakınmalarla son bulur. Kişi kendini bir yerlerde unutur gider. Özünden uzaklaşmaya değişmeye başlar. Ve içindeki gerçek ışık da tekrar çıkma zamanını bekler durur. Mutsuz olduğunu ve herşeyin kendi başına geldiğini düşündüğü bir hayatta, kendi gerçekliğini bilmeden aramaya başlar. İnsanın en zor savaşı kendisiyle yaptığı amansız savaştır. Çünkü ortada savaşan çoğunluk yoktur. Tek bir varlık vardır, kendisiyle savaşan kişinin, kimin galip geleceği konusunda da hiçbir fikri yoktur. Bu tüm hayat boyu sürer gider.

Mutluluk kişinin kendi beyninde var olan soyut bir kavramdır. İstekle-gercekleşme arasında kalan zamanda mutluluk vardır. Umut ve beklenti kontrol altında olduğu sürece mutluluk kalıcıdır. Anlıktır, geçicidir. Gerçek mutluluk unsuru insanın kendisindedir. Dış etkenlerden mutluluk bekleyen insan huzursuzlaşır. Işığı yakalayamaz ve yayamaz. Mutluluk dünyasaldır. Ama huzur evrenseldir, ruhsaldır.

Huzur herşeyi içinde barındıran müthiş bir enerjidir..

Huzuru yakalayabilmek için çeşitli yöntemler kullanılır. Dua, meditasyon, inançların yerine getirilmesi sadece araçtır.

Hayattan zevk almak dış etkenlere bağlı olmamalıdır. Onlar sadece oluşumdur ve olması gerekenlerdir. Karınca hayatı yaşayanlar en küçük engelleri aşmakta zorlanırlar. Oysa kartal hayatı yaşayanın önünde engeller sadece aşağıda kalmıştır. Kontrol gücü elinde olan kişi bunu başarabildiği oranda huzurludur.

Her olay, bize anlatmak istediğini bünyesinde gizleyen şifrelerden meydana gelmiş halkalardır. Bu şifreleri çözebildiğimiz oranda huzuru yakalayabiliriz. Çünkü tekrarlayan olaylar size bir mesaj vermek istemektedir. O mesajı yakaladığınız, anlayışına vardığınız anda olaylar zincirinin dönüşümünü kırmış ve yeni anlayışlara yelken açma durumuna geçmeye başlamışsınız demektir.

Sevgiyle kabul etmek ve mesajı aldıktan sonra sevgiyle uğurlamak yapılacak en doğru içsel davranış şekli olacaktır. Çünkü Kozmik Evren ruhu, bizimle olaylar tarzında konuşur. Olayların dilini kavramak zamanla elde edilecek bir uyanıştan ibarettir.

Göründüğü kadar kolay olmasa da uğraşmak için buradayız. Ve yeterli zaman bize verilmiştir.

Tek yapmamız gereken gözlemdir. Olayın gelişi, şiddeti ve bittikten sonra bizde bıraktığı intiba. Bunları gözlemleyebildiğimiz aklımızla mantığımızla muhakeme yapabildiğimizde bize anlatmak istediğini anlayabildiğimizde onu ruhumuza aktarabiliriz. Eskiler “Her başa gelmez bela, erbabı istidat arar” der. Ve kutsal metinde “Allah hiç kimseye kaldıramayacağından fazlasını yüklemez” der. Bunlar şifrelerdir. Ve gerçekten de yaşamda kaldırabileceğimiz kadar olaylar yaşarız. Bunları bilerek hareket ettiğimiz sürece de yaşadığımız tüm olayları birer basamak olarak kabul edebiliriz. Esneyerek, eğilip bükülerek, daha sonra dimdik ayakta kalabilerek. Güçleniriz, kontrol etmeyi öğreniriz, olgunlaşırız. Bunlar bilgiyle hareket etmenin başlangıcıdır.

Hayat bir keşiftir. Kendimizi nerede unuttuğumuzu keşfederek başlanmalı. Geç kalınmıyor. Her an bir başlangıçtır.

Mutluluklar anlıktır ve geçicidir. İnsan, hayatı boyunca mutlu olamaz. Olmaya çalıştığı için mutsuzdur.

Hayat boyu mutlu olmak ancak masallarda anlatılmıştır. Gerçek yaşamda anlık mutluluklar yaşarız ve bu yaşadığımızı ne kadar iyi gözlemlersek, bizde bıraktığı intiba ve izlenim derinden hayatımıza yansır ve o yansımalar bizi huzura doğru götürür.

Hayatı boyunca mutsuz olduğunu, hiç gün yüzü görmediğini savunan insanlar vardır. Bu insanlar hiç mi acaba mutluluğu tadmamışlardır.

Çocuklarının doğduğu an, onların doğum günleri, okula başladığı ilk gün, bebeklerinin ilk yürüdüğü an, ilk aşık oldukları an, kızının veya oğlunun kendisine ilk anne baba diye seslendiği gün, mezun olduğu gün…

Bunları herkes çoğaltabilir.

Birinin gelip bizi mutlu etmesini beklemek ise boş, beyhude bir bekleyiştir. Hiç kimse kimseyi mutlu edemez, mutsuz da edemez… Ancak o insanın mutluluğu ve mutsuzluğu yaşaması için vesile olabilir.

Mitolojide bir hikaye vardır:

Dünya yaratıldığında tanrılar ile melekler anlaşmazlığa düşerler, mutluluğu nereye koyacaklarına dair.

Melekler, denizin dibine saklayalım, inci tanesinin içine koyalım, dağların zirvesine koyalım diye en ulaşılmaz en zor yerleri seçerler…

Fakat en sonunda karara varılır, mutluluğu insanın içine yerleştirmeye karar verirler.

Ve o gün bugündür mutluluk insanın içindedir. Dışarıda aramayalım… Dışarıda olan her şeyin, ancak yansıması içimizdeki mutluluğu uyandırır.

Kevser Yalçın

www.yorumsuzblog.org

Hiç yorum yok: