3 Ocak 2010 Pazar

AYN-ŞIN-KAF.......




Daha söylenmemiş ve söylenmişse de herkesçe anlaşılmamış olanın adıyla
Hiç beklenmedik bir anda apansızın gelecekmişsin. Öyle diyor lugâtler. Veya gökten belki de aheste aheste, nazlı nazlı- inecek bir melekmişsin. Öyle anlatıyor seni kitaplar. Ama sadece bu kadar ne olurdu az/biraz daha bahsetselerdi-.
Dedikleri gibi oldu/ kitapların ve kocakarıların
Daha çok anlatsalar, keşke hep seni anlatsalar kitaplar, lugâtler ve kocakarılar. Sana ait bilmediğim bir şeyler hep kalacak zaten, muhakkak, ama yine de anlatsalar ya seni. Doyamıyorum işte sana, -gör- bahisler senden açılınca zaman duruyor, dünya duruyor; aklım duruyor, dudaklarım kuruyor -ama dilim dönmüyor-. Sadece sen ve sana dair ne varsa o kalıyor. Olacak olan oluyor. Sen, ille de sen, kaplıyorsun her yeri. Sanırım ve galiba, adı, aşk oluyor.
Aşk acıdır, hasrettir. Hicran ve hayrettir, firkat ve gurbettir. Göz yaşı ve ahtır. Tazarru ve münacaattır.
Peki neden ? Bu soru da elbet, cevapsız değil. Lakin, henüz mukaddimesindeyim;
ay mı tutuldu önce
güneş mi
hangimiz
hiç
farketmedim
sanırım veya galiba
ben
önce tutuldum
ne de
sakınırdım kendimi
halbuki.
hal, bu ki
-bak-
sanırım veya galiba
ben
aşık oldum




Yani ?
Telaş içindeyim şimdi. İşittiğim her şarkıdan, şiirden hoş sözler deriyorum sana sunmak için. Kitapların köşelerinden. Dantesinden Nietzschesinden ve daha nicesinden. Buket buket. Demet demet. Acele acele. Her an gelecekmişsin gibi.
Tedirginim.
Farketmeden ve farkettirmeden Züleyha misal, adını başka adlara gizliyorum. Onları andığımda aslında seni anmış olmak için. Öğrettikleri gibi meleklerin / bir tek mahremlerime diyorum seni. Kimselere demesinler diye de tembihliyorum.
kimseler
bilmesin
ama herkesler
anlasın
-istiyorum-
seni
Değişik.
Ansızın boşalıyor, dediği gibi şairin, içimden sebepsiz kanım. Ağlamak, -hakikaten- güzel geliyor. Herkese ve herşeye mutluluğumdan paylar dağıtıyorum. Hanımeli kokan, bahçeli sokaklar keşfediyorum, ve mahsustan hep o sokaklara düşürüyorum yolumu. Gökyüzüne dalıyorum uzun uzun. Gökyüzünden dünyaya, muhakkaktan rüyaya. Dalıp dalıp gidiyorum. San(a), doğru, geliyorum.
Peki ama ya,
di mi,
belki bihabersin ?
Aşk ki, gerisi vesairedir.
Ne farkerder ki. Hem, keşke. Keşke, bihaber olsan benden. Bilmesen beni. Hiç tanımasan. Acaba diyorum, cidden tanımasan mı, sürse gitse mi yüzyıllarca bu hal ? Hep bu hâl, ben yansam, ben dalsam gitsem sadece, sen hep aynı mı kalsan ? Acaba diyorum, vuslat da mı olmasa hiç ? Dayanabilir miyim ki ? Ben dayanabildiğim kadar tutsam mı elimi ateşte -inatla-, ve hep seni mi seyretsem öylece ? Sen de böylece kalsan. Ateş diye beni seyretsen. Ama farkıma varmasan. Ateş değmese sana. Sen hiç yanmasan. Sen hiç tanımasan, keşke o üç harfi,
hiç bilmesen ?
halbuki
ben
üç harpte
teslim
olmamıştım
-da, şimdi-
ayn
-ile sabit-
300
dağ
-öteden-
üç harfe
esir
düşüyorum
ayn
şın
kaf
diye
sanırım veya korkarum ki
okunuşları
aşk
olsun
Kusüf vaktinde üç topla aklımızı aldı, tabiat demişti ya bir arkadaş. Düzelterek ve genişleterek şöyle demek istiyorum, bu ilk bahsin hatimesi yerine, tetimmesini de sonraya bırakarak;
Üç seyyare top ile aklımızı alma kudretindeki o Zât (cc), elbette bu üç harf ile almaya da muktedir. Aman diliyoruz ve rahmetine sığınıyoruz, dönüşler ve varışlar ancak Onadır. Latif ismini başımızın üstünden hiç eksik etmeyecek olan da, ve bize bütün lutufları karşısında şükretme fırsatı verecek olan da, yine ancak Odur. Öyleyse o ALLAH (cc); akıllarımızı, aşkın hallerinden ve hararetinden muhafaza etsin.
Bizi kendisinin de razı olduğu, ahiri evvelinden daha hayırlı olacak şekillerde, bir araya getirsin. Ve en nihayetinde de, diliyoruz ki bizi bize, biz kılsın inşaallah.




Hepsi Ondan / Hayır da/ Sen bile/ Şer dahi.

Hiç yorum yok: