5 Ocak 2010 Salı

DUALİTEDEN ARINMA;BÜTÜN DÜŞÜNCEYE DOĞRU....




Düşüncelerimiz neyse oyuzdur. Neye inanıyor isek o olmuşuzdur. Neyden ve nelerden korkuyorsak, karşımıza korkularımızla ilgili olaylar çıkar. Biz kaçtıkça, görmezden geldikçe, o sürekli buradayım mesajını verir. Taa ki onlarla yüzleşene kadar. “Zor” dediğimiz her şeyi yaşarız. “Hayat çok zor” diyorsak, zorluklarla dolu bir hayatımız olur. “Geçinmek çok zor” diyorsak, maddi sıkıntılarımız bir türlü bitmek bilmez.


Yaşlı büyüklerimizi düşünün. Hele de biraz vesveseli olanları. Hiçbir şeyleri olmasa da sürekli bir yerleri ağrır ve durmadan yakınırlar. Öyle ki, kendileri de inanmaya başlar buna. Çünkü Düşündükleri şey olmuşlardır.


Kendini sürekli ispatlamaya çalışan biri, hayatı boyunca kendini ispatlayacağı olaylar yaşamaya başlar. Kendi doğruluğunu kanıtlamak istedikçe, hep benzer olaylarla karşılaşır.


Çünkü çekim yasası sadece atomlarda, maddi fizik kainatta geçerli değildir. Düşüncelerimiz enerji ise, enerji de maddenin özünü oluşturuyorsa, düşüncelerimiz de maddedir.


Ve her düşüncemiz, benzerini çekecektir.


Bulunduğumuz kainatta, “Çekim yasası” “Benzer benzeri çeker“ kanunları geçerlidir.


“Aklıma gelen başıma mı geliyor” yoksa, “olacak olan mı malum oluyor?” kelimeleri aynı kapıya çıkar aslında.


Her ikisi de, temelinde, benzer benzeri çeker kanunuyla gerçekleşiyor.


İlişkilerinde hep terslikler ve ayrılıklar yaşayan kişileri bir dinleyin.


“Beni sevmiyordu ayrıldım” (sevilmeme korkusu), “Beni istemiyordu bitti.” (istenmeme korkusu),


“Hep işi vardı” “Beni aralarına almıyorlar”. “Kimse beni dinlemiyor” (yalnızlık korkusu).


Bu tip korkular, aslında çok derinde bilinçaltında yatan korkulardır ve düşüncelerimizin temelini oluşturur. Bilinçaltındaki korkular, bizi yönetir ve onları asla farkedemeyiz. Çünkü farketmek istemeyiz, böyle rahatızdır ve kimse rahatının bozulmasını istemez. “Uyku hali” “uyuma” budur.


Farketmediğimiz için, radyo yayını gibi sürekli yayın yaparlar, bizi olumsuz düşünceye ve davranışa iten her türlü hareketi ve olayı yaratırlar. Ve artık biz “ZAN“larla hareket etmeye başlarız.


Zannederiz. Bu “zan“lar da hayatımızı, ilişkilerimizi mahvetmeye başlar. Zihnimizde hep kuşku, önyargı, peşin hükümleri tetikler.


Ve artık kendi beynimizin içinde oluşan dünyada yaşamaya başlarız. Gerçeklerden uzak korkuların ve zanların yönlendirdiği bir sistem oluştururuz.


Belki bu bizi uzuuun yıllar rahatsız etmez, fakat belirli yaşlarda, bıkkınlık ve bu tip düşünceleri fark etme ve artık terk etme zamanının geldiğini düşünene kadar.


Bundan sonra da iç hesaplaşmalar, kendini ayna gibi görmeler, kendini farketmeler başlar. “Uyanma“, dediğimiz olay budur işte. Yani “Kendini Bilme“. yolunda ilk adımları atmaya başlarız.


Arayışlar içerisine gireriz. Ve gerçek huzurun mutluluğun dışarıda değil kendi “İçimizde” olduğunu fark ederiz.


Aslında tamamen her şey kendimizizdir. Ve merkeze doğru yolculuk başlar. Öze doğru, asıl olana doğru. Kendi merkezimizi keşfetme yolunda olaylar başlar. Ve bu olayların üstesinden gelmek, uyanış ve kendini bilme hiç de kolay olmayacaktır.


Çok acı, acıtan, zor olan fakat bir o kadar da huzur veren yola girmişizdir. “insanın en büyük savaşı kendiyle olandır” işte budur.


Artık KENDİN olduğuna inan ve ZITLARINLA VAR OLMA!!!!


Beyaz, beyaz olduğunun farkına varması için siyaha ihtiyaç duyar. Ancak yanında siyah varken beyaz olduğunun farkındadır. (Ben siyahtan dolayı BEYAZ’ım)


Acaba,


Beyaz, beyaz olduğuna kat’i surette inanırsa, beyaz olduğundan dolayı mutluysa ve sevgi doluysa, artık siyahın varlığıyla beyaz olduğunun anlayışına varmasına gerek kalacak mıdır? (Ben BEYAZ’ım)


Fakat siyah, güneş ışığını çeker yansıtmaz bu yüzden siyahtır. Tüm renkleri ve ışığı çekmese o siyah olamaz.


Fakat beyaz, güneş ışığını çekmez ve yansıtmaz bu yüzden beyazdır.


Peki sen çok iyisen, neden zıttın olanları çekiyorsun?


Zıtların yüzünden mi çok iyisin? Yoksa gerçekten mi iyisin?


Zıtların olmasa sen yine aynı sen mi olacaksın?


Belki de seni iyi yapan o zıtlar? Onlara ihtiyaç duyduğun sürece iyi oluyorsun.


Sen gerçek iyi olana kadar ya da gerçekten iyi olduğunun farkına varana kadar o ZITlar hep hayatında olmaya devam edecek.


Beyaz olduğunun farkına varsan, artık siyaha ihtiyaç duymayacaksın, siyah olmadan da beyaz olduğunun farkına varacaksın ve inanacaksın.


“Ben insanım” Olumlaması Yapan Yoktur!


Yoktur. Çünkü yürekten inanıyordur insan olduğuna.


Fakat,


huzurluyum,


mutluyum.


kadın kimliğimdeyim


Kendim olmayı seçiyorum


diyelim de benzer benzeri çeksin deriz. Sürekli bir sürü olumlamalar yaparız.


Bunları tekrarladıkça değil, aslında söylemedikçe çekeceğimizi de biliyor muyduk acaba?


Ama ilk aşama tekrarlamamız gerekiyor, inanmamız gerekiyor. Çünkü doğmadan önce, ben insan olarak doğuyorum dediğimiz için, doğduk ve ben insanım demiyoruz. Çünkü zaten insan olduğumuzu biliyoruz.


İnsan kendinde olmadığını ister ya, ben mutluyum dedikçe, aslında mutlu olmadığını mutluluğu istediğini varsayıyorsun mesajında. Ama bunu yapmak bir gereklilik. Şu an, şu aşamada buna kendini inandırmak için yapmamız gereken ilk adım belki.


Daha sonra ben mutluyum, ben huzurluyum demiyeceğizdir.


Sen, ben mutluyum, ben huzurluyum dedikçe, zıtları çekiyorsun. Neden? Hep deniyor ya, “Neden Ben”, göstermek için. Sen zaten mutlusun, neden istiyorsun ki? Mutlu olduğunu göstermek için mutsuzluk olayları zincirleme geliyor.


İnsanoğlu, kendi yüreğinde, içinde hem melek hem şeytan vasıflarıyla yaratılmıştır.


Kötü insan, iyi insan yoktur.


İnsan hayatı boyunca belirli oranlarıyla hem melek hem şeytan olur.


Fakat önemli olan, hangi tarafa daha çok meğil ettiğidir (çekildiğidir).




Hayatımıza Çektiğimiz Zor ve Kolay İnsanlar


Zor insanlar diyoruz evet. Fakat o zor insanlar kendileri dışında herkese genel bir tavır sergileyebildikleri gibi, kişiye özel zorlayıcı bir tavır da sergileyebiliyorlar.


İlk tavırlarında, bilinç altında yatan sorun kendilerini sevmemek, aslında kendilerinden nefret etmek ve bu yüzden diğer kişilere karşı bu tavırları sergileyebilmekteler.


İkinci tavrın nedenine gelince de, kişiye özel davranışlarda, elektrik uyuşmaması, kişi egosunu törpüleyeci sebepler, kişilik çatışmaları uyuşmazlığı gibi bir çok sebep sıralanabilir.


Bir de zor olarak nitelenen insanları da toplumdan etkilenerek önyargı ile hareket etmek onları baştan hüküm ile öyle olduklarını kabul etmek de yanlış olacaktır.


Kendimizin yaklaşımı ne kadar pozitif, olumlu, olması gerektiği gibi ise, karşımızdaki kişiler de bize karşı benzer tutumlar sergileyeceklerdir. Aksi olduğunda ise, bu sürekli yapılıyor ise, zamana yayarak takip etmek gerekir ki zaten o kişinin aklından bir zoru olduğunu düşünürüz. Yani davranış bozukluğu, fobileri ya da ruhsal bozukluk, depresyon gibi durumlar aklımıza gelir.


Fakat anlık tepkiler, günlük reaksiyonlar, gerginlikler, o kişi hakkında bizim yargılarımızı oluşturmamalı.


Fazlaca kaale alıp, tüm hayatımızı buna göre ayarlamak ya da bunu düşünmek, her an tetikte olmak, ilk gün stresi acaba ne olacak diye beklemek veya “bugün neler yaşayacağım acaba”lar da o kişileri kendimize çekecektir. Ya da karşımızdaki insanları zor insan haline getirebilecektir. Çünkü siz bu yayını yaptıkça, o yayına uygun hale geleceklerdir. Emin olun. Çünkü her düşündüğümüz, ittiğimiz, istemediğimiz durumlar bizim karmamız haline gelmekte ve sınav olarak karşımıza çıkabilmektedir.


Öncelikle neden “kötü insanlar” olarak nitelendirdiğimiz önemli.


Onları kötü olarak gördüğümüz sürece bizim için kötü olarak kalacaklardır. Bu onların topluma karşı gösterdikleri savunma mekanizmaları. Yani bir çeşit maske. Altında yatan ise kendine olan güvensizlikleri. Yani onlar da bizim gibi insanlar. Sadece eksikliklerini örtmenin ifadesini bu şekilde gösteriyorlar.


Şems-i Tebriz 27. kural : Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.


Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.


Onları değiştirmek ya da tavır almak kesinlikle çözüm olmayacaktır. Yapabileceğimiz tek şey bakış açımızı değiştirmek ve yapmamız gereken ne iş ise onu yapmaya devam etmek.


Aslında onların, bizim bazı yönlerimize ters düştüğü için onları böyle gördüğümüz ve bu yönlerimizi törpülediğini hiç düşündük mü?


Eksik olan taraflarımızı bulduğumuzu ve mücadelemizi, özgüvenimizi ve karakterimizdeki güçlü yanları ortaya çıkardığını farkettik mi?


Bu yüzden düalite dünyasında yaşıyoruz. Her şeyin zıddı bu yüzden var.


Biz kendi seviyemizi, enerji düzeyimizi korudukça ve yükselttikçe o tip insanların başkalarına yöneleceklerini hiç düşündük mü?


Onları kendimize çeken biziz aslında. Bizim düşüncelerimiz.


Diyelim ki bir radyosunuz ve düşük enerjili yayınları alıyorsunuz, hala radyo kalıp da frekansınızı yükselttiğinizde daha kaliteli yayınlar almaya başlayacaksınız. Fakat sizden uzaklaşan düşük frekanslı yayınlara ne olacak? Onlar da zamanı gelene kadar o frekanstan yayın yapmaya devam edecekler, taa ki onları çeken kimse olmayana kadar.


Bu sanki bir alış-veriş. Sen çektikçe var olan, var oldukça çeken bir enerji sistemi.


Aslında şunu da belirtmek gerekir. Şuana kadar yazılanların hepsi, bizim zihinsel algılarımıza ve düşünce sistemimize uygun olabilecek açıklamalardı: Zihinlerde bir açılım oluşması adına. Düşük, yüksek, alçak ya da kaliteli diye bir durum söz konusu olmadığını düşünelim. Bizim düşüncelerimizde hep merdiven sembolü yer alır. Merdiven çıkmak, inmek. Düz bir çizgi üzerinde ileri gitmek ya da geri gitmek. Aslında böyle bir şey olmadığını var sayalım. Bir bütün olarak kürenin içindeyiz. Kürenin içinde, ileri geri sağ sol yoktur, bütün vardır. Her durum birbiri ile bağlantılı olarak tekamülünü gerçekleştirir. Yani ileri geri frekans, düşük frekans, kötü frekans yok. Bir bütünün içinde bir kürenin içinde tüm noktalar merkeze eşit uzaklıkta ve her nokta bir MERKEZ ise, kötü insan, iyi insan, düşük frekans, alçak frekans, iyi ve pozitif frekans da olmayacaktır. Bir bütünün içindeki oluşum, tüm tekamülü etkileyecektir. İnsanlık olarak artık bütün düşünmemizin zamanı gelmedi mi? Ve bütünü etkileyecek olumlu düşüncelerin, DÜNYA’mızı da değiştireceği….


Kevser Yalçın
www.yorumsuzblog.org

Hiç yorum yok: